TBMM’NİN AÇILIŞININ 103.YILI VE ÇOCUKLARIMIZA ARMAĞAN EDİLEN 23 NİSAN
- Kubilay Muhammet Özdemir
- 15 Ağu 2024
- 7 dakikada okunur
#KubilayMuhammetÖzdemir Yazdı:
Anadolu toprakları işgale uğradığında onun kurtarılmasında büyük bir öneme sahip olmuş, ülkeyi temsil etme iradesine kavuşmuş, kurucu ve savaş meclisi olma özelliği ile savaşlar yönetmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 103.yılına eriştik.
Cihan devleti olan Osmanlı İmparatorluğu ömrünü tamamlamış ve 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile teslim bayrağını çekmişti. O tarihte Mustafa Kemal ise Yıldırım Orduları Grup Komutanlığına atanmış ancak kısa bir süre sonra görevinden ayrılıp İstanbul’a gelmişti. O gün denizin ortasında demirlemiş düşman donanmasını görünce yaveri Cevat Abbas’a “Geldikleri gibi giderler!” diyerek bu sözüyle mücadeleye girişeceğini belirtmişti. İstanbul’da ilk işi sadrazamlıktan istifa eden Ahmet İzzet Paşa ile görüşmek oldu. Ardından padişah ve Meclis-i Mebusan üyeleri ile görüşmelerde bulundu. Ancak o dönemdeki işgal karamsarlığı kurtuluşun mümkün olmadığını söyleyenlerin çoğunlukta olduğu bir dönemdi. Yine onlara göre ya İngilizlerin ya da Amerikalıların himayesine girersek ancak kurtuluşun böyle mümkün olduğunu tek çare bunlarla işbirliği yapmak gerektiğini düşünenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar yüksekti.
Ancak Mustafa Kemal bu fikirlerin hiç birisini isabet görmemiş ve bu durum karşısında “Milli egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak” ülküsünü edinerek “Ya İstiklal Ya Ölüm” düşüncesini benimseyerek mücadeleye başlanması gerektiğini savunmuştur. Bu kararını hayata geçirmek için İstanbul’dan ayrılıp millet ile beraber bu işi yapmak ve kafasına koyduğu planları uygulamak için Anadolu’ya geçmeye karar vermişti. Yine bu dönemde Samsun ve çevresinde bazı asayişsizlik sorunları meydana gelmiş silahlı Pontus Rum çeteleri Türklere saldırıp köyleri yıkıp yakmaya başlamıştı. Fakat amaç Mondros Mütarekesinin 7. Maddesi olan “Kendileri için tehdit oluşturan bölgeleri işgal etme hakkına sahiptir” gerekçe göstererek bölgenin işgalini gerçekleştirip, sorumlu olarak da Türkleri göstermekti. Bunun üzerine İngilizler Karadeniz bölgesinde asayiş ve sükûn sağlanamadığı takdirde Mondros Mütarekesinin 7. Maddesi gereğince buraları işgale mecbur kalacaklarını hükümete bir nota ile bildirdiler. Bunun üzerine Mustafa Kemal’i hem İstanbul’dan uzaklaştırmak hem de işgali önlemesi için 30 Nisan 1919’da geniş yetkilerle donatılarak 9. Ordu Müfettişliğine getirilmiş ve Anadolu’ya geçme izni verilmiştir.
Mustafa Kemal bu geniş yetkilerin kendisine veriliş gerekçesini Büyük Nutkunda şöyle anlatmıştır;
“Bu geniş yetkiyi, beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak amacıyla Anadolu’ya gönderenlerin bana nasıl verdiklerini şaşırabilirsiniz. Hemen söyleyeyim ki bana bu yetkiyi onlar bilerek ve anlayarak vermediler. Her ne olursa olsun benim İstanbul’dan uzaklaşmamı isteyenlerin buldukları gerekçe; Samsun ve çevresinde asayişsizliği yerinde görüp tedbir almak için Samsun’a kadar gitmekti. Ben bu işin yerine getirilmesinin bir makam ve salahiyet sahibi olmaya bağlı olduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O günlerde Genelkurmay’da bulunan ve benim amacımı bir ölçüde sezinleyen kişilerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular ve yetkiyle ilgili yönergeyi de ben kendim yazdırdım. Hatta Harbiye Nazırı olan Şakir Paşa, bu talimatı okuduktan sonra imzada tereddüt etmiş, anlaşılır anlaşılmaz bir tarzda mührünü basmıştır.”(Durmuş Yalçın ve dğr. Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Atatürk Araştırma Merkezi, c.1, Ankara, 2014, s.166)
MÜCADELE BAŞLIYOR
Ancak buna rağmen işgal süreci hızlandı ve 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edildi. Bunun üzerine Mustafa Kemal 16 Mayıs 1919’da Bandırma vapuru ile İstanbul’dan hareket etmiş ve 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmıştır. Bu yolculuk Türk milletinin küllerinden doğduğunun ve düşmanı yurttan silip süpürme hareketini müjdeleyerek yeni kurulması düşünülen Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı bir başlangıç oldu.
Mustafa Kemal faaliyetlerini gerçekleştirmeye Havza’daki görüşmelerinden başladı. Burada halkın ileri gelenlerini karargâhta toplayarak düşmana karşı direniş kararı aldı. 25 Mayıs’tan 12 Haziran’a kadar Havza’da kalan Mustafa Kemal bu süreç içerisinde; “İstanbul’daki fikirlerini sistemleştirmiş, hareketinin stratejisini tespit etmiştir.” Bu yapılan çalışmalar tüm engellemelere rağmen başarılı olmuş, halk ve ordu mensupları ulusal hareketi anlamaya başlamıştı. Bu girişimlerin millet adına yapıldığını daha da iyi anlatmak amacıyla “Amasya
Tamimi” bu yolda atılmış en önemli adımlardan birisi olmuştur.
Amasya Tamimine göre;
“Vatanın bütünlüğü, milletin istiklali tehlikededir. İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi adeta yok olmuş gösteriyor. Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”
Amasya’da yayınlanan bu tamim; yazarlar tarafından Anadolu İhtilâli’nin bildirisi olarak değerlendirilmiştir. (Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.1, bas.8, İstanbul 1987, s.263)
Aslında bu durum tam anlamıyla yeni bir devletin kurulmasının ayak sesleriydi. Tüm bu olup bitenler karşısında işgal kuvvetleri ve İstanbul Hükümeti tedirgin olmaya başlamışlardı. İngilizlerin baskısı sonucu Dâhiliye Nazırı Ali Kemal, 23 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın görevinden uzaklaştırıldığını bildirdi. (Tayyip Gökbilgin, Milli Mücadele Başlarken, c.1, Ankara 1959, s.144)
Bununla birlikte padişah da Mustafa Kemal’in geri dönmesini isteyen bir telgraf gönderdi. Fakat Mustafa Kemal bu çağrılara uymadı. Sivas Kongresine uygun bir zemin hazırlamak düşüncesi ile Erzurum’a doğru yola koyuldu. Erzurum kongresinde bir “Heyet-i Temsiliye” kurulup alınan kararların ardından Sivas kongresi gerçekleştirildi. Sivas Kongresinde ise Heyet-i Temsiliye’ye tüm yurdu temsil etme görevi verildi. Ayrıca Sivas Kongresi sırasında, İstanbul Hükümetinin milli hareketi yok etme uğraşları da devam etti. Bunun üzerine Mustafa Kemal, Damat Ferit Paşa hükümetine karşı faaliyete geçmiş ve İstanbul’a telgraflar çekerek hükümeti düşmanlarla işbirliği yapmakla ve milletin kudret ve iradesini anlamamakla suçlamıştır. Bunun sonucunda Mustafa Kemal’in bu girişimleri sonuç vermiş ve arkasını işgal devletlerine dayayan Damat Ferit Paşa hükümeti 30 Eylül 1919’da istifa etmek zorunda bırakılmıştır. Onun yerine ise Ali Rıza Paşa sadrazamlığa getirilmiştir. Damat Ferit kabinesinin düşürülmesi, Heyet-i Temsiliye’nin gücünün önemli bir göstergesi olmuştur.
Ayrıca; “İstanbul ile bağların koparılmasından İstanbul Hükümetinin devrilmesine kadar, Sivas’taki Temsil Heyeti geçici hükümet olarak Anadolu’da devlet otoritesini yerine getirmiş ve bir yürütme organı olarak görev yapmıştır.” (Durmuş Yalçın ve dğr, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi, Atatürk Araştırma Merkezi, c.1 Ankara, , s.182)
Ali Rıza Paşa kabinesi, milli hareketin etkisiyle kurulmuş ve Ali Rıza Paşa’nın teklifiyle Amasya’da bir görüşme yapılması kararlaştırılmıştır. Bu görüşmenin önemli sonuçları olmuştur.
“Erzurum ve Sivas Kongrelerinde teşkil edilen milli teşkilat ve Heyet-i Temsiliye resmen İstanbul Hükümeti tarafından tanındı. Ayrıca Sivas Kongresi kararları da yine İstanbul Hükümeti tarafından kabul edildi. Bunun yanında Milli iradeyi hâkim kılacak meclisin toplanması için seçimlerin yapılması kabul edildi.” ( Durmuş Yalçın ve dğr, a.g.e., s.183)
Bu görüşmenin bir başka kazanımı da ulusal kurtuluş mücadelesine karşı çekingen tavır içinde olanlar İstanbul Hükümetine mensup bir Nazırın Kuvayı milliye temsilcileri ile anlaştığını görünce bu kişilerin çekingen tavırları yerini ulusal kurtuluş mücadelesine katılarak milli heyetin yanında yer alma duygusuna bırakmıştır.
Mustafa Kemal ve arkadaşları 18 Aralık 1919’da Sivas’tan hareket ederek önce Kayseri’ye ardından 27 Aralık’ta Ankara’ya ulaşmışlardır. Bu tarihten sonra Ankara Milli Mücadele’nin, İstiklal davasının ve millet egemenliğinin kalbi olmuştur. Tarihler 12 Ocak 1920’yi gösterirken Osmanlı son kez Meclis-i Mebûsan’ı İstanbul’da topladı. Önceden görüşüldüğü üzere verilen sözlerin bir kısmı yerine getirilmedi. Ancak bu mecliste milli davaya inan milletvekillerinin çabalarıyla 28 Ocak 1920’de Misak-ı Milli kabul ettirildi ve 17 Şubat 1920’de dünyaya duyuruldu.
“Misak-ı Milli olağanüstü şartlarda kabul edilen bir metin diğer bir anlamı ile özgürlük ve bağımsızlık bildirgesidir. Şark Meselesini çözmek isteyen Türk Milletinin varlığına kast eden Küresel güçlere karşı milletimizin bir cevabı niteliğinde olmuştur. Ayrıca galip devletlere karşı Türk Milletinin direneceğini gösteren bu belge işgalcilere ve onları tetikleyen küresel güçlere karşı boyun eğme siyaseti değil mücadele siyasetini ön plana çıkarmıştır.”
Ancak bu mücadele tavrımızın karşılığı sert oldu. İstanbul 16 Mart 1920’de ikinci kez işgal edildi. Bu kez yapılan işgal daha ağırdı. Bütün devlet binalarına el konuldu. Bununla birlikte İngilizler Şehzadebaşı Karakolu’nu basarak Türk askerlerini şehit ettiler. Ayrıca Meclis-i Mebusan’ın akşam oturumu da basılarak milletvekillerini tutuklanıp Malta’ya sürdüler. İngiliz Yüksek Komiseri İşgali bir başarı olarak kabul ediyor ve raporunda işgali “Anadolu’daki milliyetçilere karşı öldürücü olmasa bile ağır bir darbe olduğunu savunuyordu.” Lakin İngiliz Genelkurmayı bu düşüncede değildi. Genelkurmayın araştırmalarına göre Anadolu’da “İngiltere’nin fermanı geçmiyordu.”
İstanbul’un işgalini haber alan Mustafa Kemal derhal karşı harekâta geçmiş ve İngilizlere misilleme yapmıştır. Öncelikle İstanbul ile muhabere kesilmiş, İngiliz kuvvetlerinin Batı Anadolu’daki stratejik yerlerden çıkarılıp silahsızlandırılmasını emretmiş aynı zamanda İstanbul’da gerçekleştirilen tutuklamalara misilleme olması için de Anadolu’da vazifeli olan itilaf subaylarının tutuklanmasını istemiştir. Bununla birlikte İstanbul’dan ve Adana’dan Anadolu’ya yapılacak düşman sevkiyatını durdurmak için Geyve ve Ulukışla civarındaki demiryollarını tahrip ettirmiş ve Anadolu’daki kıymetli eşyaların tespit edilip İstanbul’a gönderilmesini yasaklamıştır. (Sebahattin Selek, Anadolu İhtilali, c.1,bas.8, İstanbul 1987, s.35)
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN AÇILMASI
İstanbul’un işgali ile Milli Mücadele yeni bir boyut kazandı. Artık İstanbul’dan hiçbir şey beklenemezdi. Ayrıca itilaf devletleri de İstanbul’un işgal edilmesinin Türk milleti üzerinde tesiri olacağını, Türk milletinin sinip korkacağını ve ulusal mücadeleden vazgeçeceklerini zannetmişlerdi. Ancak durum böyle olmadı. Çünkü Mustafa Kemal kafasındaki planları ilmek ilmek işlemiş ve baştan sona bu durumu iyi analiz etmişti. Böylelikle Türk milletinin tarihinde yeni bir döneme girilmiş oldu.
19 Mart 1920’de bütün vilayetlere ve kolordu komutanlarına gönderdiği tamimle Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplanmasını ve dağılmış olan Meclis-i Mebusan’dan Ankara’ya gelecek durumda olanların bu meclise katılabileceklerini duyurmuştur. Böylelikle milletvekilleri Ankara’ya çeşitli yollardan gelmeye başlamışlardır.
Bu arada Damat Ferit, 5 Nisan 1920’de dördüncü defa sadrazam olarak atanmış ve hükümetini kurmuştur. İngilizler ve Padişah Vahdettin bu hükümet eliyle Anadolu’daki “Milliyetçilere” karşı bir iç savaş başlatmıştır. 10 Nisan 1920’de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Kuvayı milliyecilerin katledilmelerinin dinen caiz olduğunu bildiren fetvalar hazırlamıştı.. Bu fetvalar ise İngiliz uçakları ile Anadolu’ya atılmış ve aynı gün Damat Ferit Paşa’da Milli Mücadeleyi kınayan bir bildiri yayınlamıştır. İhanet fetvaları ve bildirileri tesirini hemen göstermiş ve Milli Mücadele karşıtı isyanlar Anadolu’nun dört bir yanında patlak vermişti.
1920 Nisan ve Haziran ayları arasında Bolu, Düzce, Hendek, Adapazarı isyanları, Anzavur ayaklanmaları, Konya, Yozgat, Milli aşiret isyanları Ankara’yı kuşattı. Yine 18 Nisan 1920’de İstanbul Hükümeti, Milli Mücadele’yi bastırmak için Kuvayı İnzibatiye ( Halifelik Ordusu) isimli paralı bir ordu kurarak Kuvayı Milliye’ye saldırdı. Ancak bu ordu, Kuvayı Milliye tarafından darma dağın edildi. Bununla beraber İstanbul Divanı Harbi başta Mustafa Kemal olmak üzere bütün Milli Mücadeleye katılan Milliyetçiler için idam kararı çıkarttı.
İdam kararı çıkarılanların başında; Mustafa Kemal, Ali Fuat Cebesoy, Halide Edip, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Mustafa Gerçeker, Rıfat Börekçi, Bekir Sami Kunduh, Celalettin Arif, Yusuf Kemal Tengirşek, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Albay Fahrettin Altay gibi isimler gelmiştir.
Bütün bunlara rağmen mücadeleden vazgeçilmemiş ve Ankara’da yeni meclisin açılması için çalışmalara devam edilmişti. Fakat Ankara’da meclisin toplanabileceği büyüklükte bir bina yoktu. İttihat ve Terakki Kulübü olarak inşa ettirilmeye başlanan fakat tamamlanamayan binanın eksiklikleri giderilerek meclis binası haline getirildi. Meclis sıraları okullardan tedarik edildi. 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camiinde kılınan Cuma namazının ardından dualar ile meclis saat 13.45’de en yaşlı üye Sinop Milletvekili Şerif Bey’in, “Bu yüce meclisin en yaşlı başkanı sıfatıyla ve Allah’ın izniyle milletimizin iç ve dış tam istiklal dahilinde mukadderatını doğrudan üstlendiğini ve idare etmeye başladığını bütün dünyaya ilan ederek Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum” sözleriyle çalışmalarına başladı. (Durmuş Yalçın ve dğr., a.g.e., s.191)
SONUÇ
24 Nisan’da yapılan seçimle Mustafa Kemal meclis başkanlığına seçildi. 30 Nisan’da ise Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışı Avrupalı devletlere duyuruldu. Mayıs’ta ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kurulmuş ve bu yeni hükümet “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti” adıyla anılmaya başlandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi; Doğu Cephesi, Güney Cephesi ve Batı Cephesi savaşlarını yönetmiştir. En son Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak komutasında gerçekleşen Büyük Taarruz ile Yunan ordusu Batı Anadolu’dan süpürülmüş ve denize dökülmüştür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin askeri başarıları, siyasi zaferleri de beraberinde getirmiştir. Bu siyasi zaferler 24 Temmuz 1923’de Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile Türkiye Cumhuriyeti devleti resmen tüm dünyaya kabul ettirilerek bu başarı taçlanmış oldu. Hiç şüphesiz Mustafa Kemal’in Ya İstiklal Ya Ölüm diyerek çıktığı Milli Mücadele yolculuğu yeni bir meclisin açılmasıyla küllerinden doğan yeni bir devletin dünyaya kabul ettirilmesi küresel güçlere karşı kazanılmış büyük bir zafer oldu.
Bu vesile ile Meclisimizin kuruluşunun 103. Yılı olması nedeniyle başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını yine tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnet ile anıyorum. Mustafa Kemal’in 23 Nisan’ı 1929 yılında çocuklara armağan etmesiyle her yıl çocuk bayramı olarak kutlanan bu özel gün sebebiyle de ayrıca çocuklarımızın bayramını da en içten dileklerimle kutluyorum.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlu olsun.
Comments